İsrail’in Gazze’de başlattığı askeri harekat hız kesmeden devam ediyor. Şehirlerin yerle bir olmasına, on binlerce Filistinli sivilin hayatını kaybetmesine neden olan operasyonlar silsilesine 31 Temmuz’da bir yenisi eklendi: İsrail, Hamas’ın Siyasi Büro Lideri İsmail Haniye’ye karşı suikast düzenledi. Söz konusu suikast zaman, yer ve yöntem açısından önemli mesajlar veriyor. Suikast, önceden yerleştirilen zaman ayarlı bomba düzeneği ile, özellikle de yeni Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan’ın yemin töreninden hemen sonra, Tahran’da Cumhurbaşkanlığı konutuna çok yakın konumdaki Devrim Muhafızları’na ait bir misafirhanede, yine İsrail İstihbaratına angaje edilen 2 devrim muhafızı eliyle gerçekleştirildi. Suikast ile İsrail savaşın başından beri ilk defa İran’ın Filistin politikasını İran’da doğrudan hedef aldı. Bu suikastle verilen mesaj aslında bir davet olarak da yorumlanabilir. İsrail uluslararası toplumun savaş suçu kabul edilen eylemleri nedeniyle kendisine gösterdiği tepkiyi savuşturabilmesi ve başta ABD olmak üzere müttefiklerinin tam desteğini sağlayabilmesi için için İran’ı bu krize doğrudan dahil etmeye ihtiyaç duyuyordu. Haniye suikasti ile bu daveti üst perdeden yapmış görünüyor.
İran Saldırıya Hazırlıksız Yakalandı
Son gelişmeyle birlikte tartışmaların merkezine İran’ın yerleşmesi, suikastın gerçekleştiği ülkenin, suikasta uğrayan kişinin önüne geçerek onu gölgede bırakması, Tel Aviv açısından hayati bir önem taşıyor. Haniye’nin Tahran’daki en korunaklı misafirhanesinde vurulması, Filistin davasına indirilmiş bir darbeden öte, bölgede artık hiçbir liderin güvenliğinin kalmadığı mesajını veriyor. Ayrıca Tel Aviv’in, savaşın psikolojik üstünlüğünü İran ekseninde tutma kararlılığını gösteriyor. Peki, İran, İsrail’in bu kadar ileri gidebileceğini öngöremedi mi? Tahran’daki siyasi akıl, Haniye gibi isimlere Tahran’da suikast düzenlenebileceği ihtimalini zayıf görüyordu. Bu düşünceyi besleyen çeşitli faktörler vardı.
İran’da yakın zamanda bir cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleşti ve bu seçimde reformcu aday Mesut Pezeşkiyan seçildi. Pezeşkiyan’ın kapsayıcı açıklamaları ve iyimser tavrı, ülke içindeki kronik sorunların bile çözülebileceğine dair umutları canlı tutuyordu. Bu iyimser hava ile birlikte düzenlenen yemin töreni nedeniyle yabancı devlet başkanlarının İran’da bulunması, suikast ihtimalini zayıf göstermiş olabilir.
Öte yandan Dini Lider Ali Hamaney ve Devrim Muhafızlarının İsrail’le savaş planlayan en radikal kanadı bile, İsrail’in bu kadar ileri gideceğini tahmin etmiyordu. 14 Nisan 2024’te düzenlenen Sadık Vaat Harekâtı sonrası İsrail’in daha fazla ilerleyemeyeceğini düşünüyorlardı. Çünkü bu saldırının İsrail, ABD ve bölge devletlerini korkuttuğuna ve İran’ın caydırıcılık kapasitesini artırdığına inanıyorlardı. Hatta bu saldırının İran’ın bölgedeki oyun kurucu rolünü geri kazandığını savunanlar bile vardı.
İsrail açısından bakıldığında İsrail’in bu saldırıya karşılık vermemesi, Tel Aviv’in devlet kodlarına uymuyordu. Ayrıca, geçmişte İsrail, Tahran’ın göbeğinde İranlı nükleer fizik uzmanlarına suikastlar düzenlemiş, bununla yetinmeyip İran’a ait on binlerce belgeyi ele geçirerek İsrail’e kaçırmıştı. İsrail, Sadık Vaat Harekâtı’nı İran’a karşı kullanabileceği bir fırsat ve gerekçe olarak gördü. Bu saldırıyla birlikte İran-İsrail çatışması yeni bir safhaya geçti; artık iki ülke doğrudan hedef haline geldi. Fakat altı çizilmesi gereken önemli bir nokta var: İsrail, İran’ı ne kadar çözmüşse, İran da İsrail’i o kadar tanımıyordu.
İran-İsrail Geriliminde Yeni Safha
İran bugüne kadar güvenlik devleti ve güçlü istihbarat ağıyla öne çıkmıştı. Ancak Tahran’da öldürülen İranlı bilim insanları, İsrail’in İran’ın nükleer merkezlerine dair görüntüleri dünyaya servis etmesi ve on binlerce gizli belgeyi Tel Aviv’e kaçırması, İsrail’in İran’a karşı kurduğu psikolojik üstünlüğün göstergesiydi. Bu duruma ek olarak Haniye suikastı, İran’ın istihbarat kabiliyetinin sanıldığı kadar güçlü olmadığını ortaya koydu. İran’ın istihbarat birimlerinin, İsrail’i doğru analiz edemediği, doğru bilgi alamadığı ve eylemleri önleyemediği bir kez daha netleşti. Haniye suikastı, İran istihbaratının çeşitli zafiyetlerini, özellikle analiz, bilgi toplama, yorumlama, öngörü, önleme ve yetkilileri koruma alanlarındaki yetersizliklerini gözler önüne serdi.
İsrail’in İran’daki istihbarat nüfuz ve operasyonel kabiliyetinin sınırları, İran’da açıkça tartışılıyor. Bu mesele, İsrail’in İranlı nükleer bilim insanlarına düzenlediği suikastlardan beri konuşuluyordu, ancak Haniye suikastı sonrasında daha da gün yüzüne çıktı. Eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ve eski istihbarat bakanı Ali Yunusi gibi isimler bu konuda uzun zaman önce uyarılarda bulunmuşlardı. Şimdi, İran’daki istihbarat ve güvenlik kurumlarının sayısı, yönetimi, çalışanları, çalışma yöntemi ve ilkelerinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği daha yüksek sesle dile getiriliyor.
Altı çizilmesi gereken bir diğer husus, İran-İsrail ilişkilerinde istihbarat faaliyetlerinin artık sıradan casusluk operasyonlarının ötesine geçerek iki ülke ilişkilerini ve Ortadoğu’daki gelişmeleri doğrudan etkileyen bir hale gelmiş olmasıdır. İsrail’in İran’daki istihbarat ağı, İran’ın iç ve dış politikasını etkileyen bir unsura dönüşmüş durumda ve bu durum İran’ı ciddi şekilde rahatsız ediyor. Tüm istihbarat birimleri birbirini suçlarken, olası yeni saldırıların önlenmesi için ciddi bir yeniden yapılanma önerisi tartışılıyor.
Dış Politikada Onarım ve Revizyon Bekleniyor
İsrail’in İran içindeki bu kadar etkili olması, İran dış politikasının temel motivasyonlarını derinden sarsmış durumda. Bunların başında, İran’ın caydırıcı bir güç olduğuna dair algının zayıflaması geliyor. İran, bugüne kadar nükleer güç propagandası ve vekil güçleriyle olan ilişkileriyle öne çıkan bir söylem benimsemişti. Tüm bu söylemin arkasında ise iç ve dış istihbarat birimlerinin etkili çalışmaları yatıyordu. Ancak gelinen noktada, Tahran’ın bu söylemi zayıfladı ve bölgedeki etkisi tehlikeye girdi. Tahran’ın ciddi bir onarım ve revizyon dönemine girmesi kaçınılmaz gözüküyor. Pezeşkiyan hükümetinde göreve getirilen bakanlar da bu yeniden yapılanmanın işaretlerini veriyor. Özellikle Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi’nin, İran’ın dış politikasındaki yıpranmış algıyı tamir etmek için mesai harcayacağı öngörülüyor.
İran-İsrail gerilimi nedeniyle Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın makul siyaset zeminini kaybettiği bir döneme giriyoruz. İsrail, Filistin’e müdahale ettikçe İran, terazinin diğer kefesinde durmayı sürdürecek. İran’ın dış politikada nasıl bir yol izleyeceği ise büyük bir merak konusu. Çünkü Tahran uzun zamandır çelişkili dış politikalar izliyor; bir yandan bölgedeki ülkelerle iyi ilişkiler kurmayı vaat ederken, diğer yandan bölgedeki birçok ülke tarafından “terör örgütü” olarak görülen milis gruplara destek veriyor. Bu iki yaklaşım pratikte de büyük bir çelişki yaratıyor.
Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, seçim kampanyası sırasında İran’ı, Kuzey Kore ve Myanmar ile birlikte kara para aklama ile mücadele eden Paris merkezli Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) kara listesinden çıkarmak istediğini defalarca vurgulamıştı. Ancak buna rağmen, çoğunluğu “terör örgütü” olarak tanımlanan silahlı grupların yer aldığı Direniş Ekseni’ne tam destek sözü verdi. İran, bu grupları silahlandırmaya ve finanse etmeye devam ederken, FATF’ın kara listesinden çıkmayı bekliyor. Bu da İran’ın dış politikasında yaşanan siyasi ikilemin sadece bir örneği.
Reformist Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan, yaptırımların kaldırılması umuduyla göreve gelmiş olsa da, görünen o ki görev süresi boyunca hem İsrail saldırılarıyla ortaya çıkan zaafiyetlerle hem de bu zafiyetlerin dış politikada açtığı ve açacağı gediklerin tamiri ile uğraşacak.