Misilleme Döngüsü ve ABD’nin Gerilimi Tırmandırma Basamakları

tarafından Editöryal

Hamas’ın İsrail’deki sivillere yönelik saldırısının birinci yılı henüz dolmamışken, bölgedeki aktörler kendilerini hızla yayılan bir savaşın ortasında buldular. Son olarak İran 1 Ekim 2024’te İsrail’e yaklaşık 200 balistik füzeyle yoğun bir bombardıraman gerçekleştirdi. Bu saldırı, daha önce Tahran’da suikaste uğrayan Hamas lideri İsmail Haniye’ye ve Beyrut’ta İsrail Hava Kuvvetleri’nin bir nokta operasyonuyla öldürülen Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’a karşı bir misillemede mahiyetindeydi.

İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), füzelerin büyük çoğunluğunu etkisiz hale getirdiğini duyurdu; ancak Demir Kubbe’yi aşan birkaç füze İsrail’in orta ve güney bölgelerini vurdu. Saldırılar sonucunda büyük bir yıkım oluşmadığı gibi İsrail’in herhangi bir kritik askeri tesis ve altyapısı da zarar görmedi. Şu an akıllardaki soru ise İsrail’in bu saldırılara nasıl karşılık vereceği. 1 Ekim’e kadar İran’ın tepkisi merak edilirken, şimdi gözler İsrail’e çevrilmiş durumda. Misilleme’ye karşı misilleme… Saldırılar adeta bir masa tenisi maçını andırıyor ve bu döngü gittikçe daha tehlikeli bir hal alıyor.

Uluslararası hukukta misilleme hakkının bu şekilde sürekli karşılıklı kullanılamayacağı genel kabul görmüş bir yaklaşım. Çünkü uluslararası hukuk kuralları, oldukça istisnai durumlar dışında, misillemeyi sınırlı ve ölçülü bir çerçevede ele alıyor. Bu bağlamda, misilleme hakkı keyfi ya da sürekli bir şekilde kullanılacak bir araç değildir. İsrail’in gerçekleştirdiği suikast operasyonları ya da İran’ın Tel Aviv’i doğrudan hedef alan füze saldırıları, bu kurallar kapsamında “meşru müdafaa” olarak kabul edilmesi zor eylemlerdir. Zira meşru müdafaa, uluslararası hukuk çerçevesinde yalnızca belirli koşullar altında ve orantılılık ilkesine uygun olarak kullanılabilir. İsrail ve İran arasındaki bu tür saldırıların, karşılıklı olarak misilleme yapma yetkisi ile gerekçelendirilmesi, hukuken tartışmalı bir durum yaratmakta.

Meseleye hukuki perspektiften değil de uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında, durumun daha karmaşık bir hal aldığı açıkça görülüyor. Her ay bir dizinin yayınlanan yeni bölümü gibi karşılıklı saldırılarla İsrail ve İran’ın adım adım savaşa doğru sürüklendiği bir süreci izliyoruz. İsrail’in müttefiki olan Amerika ise, hem siyasi hem de askeri desteğiyle bu çatışmanın bir parçası haline gelme riski taşıyor. Bu durum, Amerika’nın çatışmaya dolaylı olarak dahil olma tehlikesini artırıyor. Ancak burada da akla şu soru geliyor: Bu misilleme döngüsü nerede duracak? Çünkü taraflar arasındaki gerilimin giderek tırmandığı bu ortamda, durumu kontrol altına alacak bir diplomatik müdahalenin olmaması, süreci daha da karmaşık hale getirdiği gibi bölgedeki istikrarsızlığı da derinleştiriyor.

Süleymani’nin Öldürülmesinden Sonra Ne Olmuştu?

ABD, Trump yönetiminde 2020 yılının başlarında , İran’la askeri bir çatışmanın eşiğine geldi. Gerilimin zirveye ulaşmasına neden olan olay, İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesiydi. Süleymani’nin öldürülmesine giden süreçte, İran’ın ABD’ye ait bir insansız hava aracını düşürmesi, Suudi Arabistan’daki petrol tesislerine yapılan saldırı ve bir Amerikan üssüne yönelik saldırıda bir ABD çalışanının hayatını kaybetmesi gibi gelişmeler öne çıktı. Ayrıca bu dönemde Süleymani’nin, ABD Büyükelçiliğine yönelik bir saldırının planlayıcısı olduğu da iddia edildi.

Süleymani’nin ölümü Amerikan siyasetine ve Orta Doğu’ya adeta bomba gibi düştü ve ABD ile İran’ın doğrudan bir savaşa girme olasılığı ciddi şekilde tartışılmaya başlanmıştı. Başkan Trump’ın onayladığı bu operasyonun fikir babası, dönemin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’ydu. Zamanlasu yüzüne çıkan bilgilere göre Pompeo, Süleymani’ye yönelik saldırıyı bizzat bir seçenek olarak önermiş ve Trump da bunu onaylamıştı.

Gerilimi Tırmandırma Basamakları Kimin Kontrolünde?

Mike Pompeo, 2022 yılında yayımlanan kitabında, ABD’nin özellikle Kasım Süleymani suikastı gibi operasyonlarla “escalation ladder” yani gerilimi tırmandırma basamaklarını nasıl kontrol ettiğini ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Trump’ın başkanlığının ilk zamanlarında, İran ile ilişkiler kapsamında Beyaz Saray, Savunma ve Dışişleri bakanlıklarınca sıkça tartışılan bu kavram, İran ile gerilimin yönetilip yönetilemeyeceğine yön verenönemli bir parametreydi. Pompeo’nun anlatımına göre, bir defasında Savunma Bakanı Jim Mattis, “Michael, eğer İranlılarla karşı karşıya gelirsek, gerilimi tırmandırma basamaklarını onlar kontrol eder ve çok kötü bir duruma düşeriz” diyor. Bu ifadeden Pompeo ise epey rahatsız oluyor çünkü o, ABD’nin bu süreci yönetme yeteneğine güveniyordu.

Mattis gibi Trump’ın ani ve fevri çıkışlarını dengeleyebilecek isimlerin yönetimden ayrılması sonrası Pompeo, gerilimi tırmandırma basamaklarını kontrol etme konusunda kendine güvenle hareket etmeye başladı. Bu çerçevede, İran ile yaşanan gerilim sonrasında Kasım Süleymani operasyonunun düğmesine basarak büyük bir risk aldı. Süleymani’nin öldürülmesinin ardından İran, ABD’nin Irak’taki askeri üslerine bir düzineden fazla balistik füze ile misilleme yaptı. İlk anda hasarın boyutu belirsizdi, ancak daha sonra anlaşıldığı üzere can kaybı yaşanmamıştı ve ciddi bir hasar da yoktu. İran, saldırının ardından İsviçre aracılığıyla ABD’ye ilettiği mesajla, daha fazla misilleme yapmayacaklarını bildirdi. Pompeo, kitabında bu mesajı aldığında derin bir nefes aldığını ve doğrudan bir savaş çıkmayacağından emin olduğunu belirtiyor. Böylece, istediği gibi güçlü bir mesaj vererek ABD’nin kararlılığını ortaya koymuş oldu ve gerilimi tırmandırma basamaklarını kontrol ettiğini ispatladı.

İran açısından, Süleymani’nin öldürülmesine karşı yapılan misilleme yeterli ve güçlüydü. Her ne kadar Süleymani gibi bir ismin öldürülmesine tam anlamıyla orantılı bir karşılık vermemiş olsa da, ABD üssünü doğrudan hedef alması kayda değerdi. Daha önce bölgedeki ABD mevcudiyetini bu denli doğrudan bir hedef almamış, saldırılarını daha çok konvansiyonel olmayan yollarla yapmayı tercih etmişti. Bu sayede İran hem iç politikada hem de Hizbullah ve Yemen’deki Husiler gibi müttefik örgütler nezdinde itibar tazeledi. Sonuç olarak, İran’ın bu misillemesi, İran açısından bir başarı niteliği taşırken, ABD için zararsız bir saldırı olarak görüldü ve bu durum iki tarafı da memnun etti.

Süleymani Operasyonunun Günümüzdeki Gelişmelere Muhtemel Yansımaları

Süleymani Operasyonu sonrasında yaşanan gelişmeler, içinde bulunduğumuz süreç için önemli dersler barındırıyor. Şu anki durum, 2020’dekine benzer şekilde gelişiyor. İran’ın yaklaşık 200 balistik füzeyle saldırısının ardından, İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, İsrail’e karşı yapılan bu saldırının meşru müdafaa olduğunu ve İsrail’in daha fazla misillemeyi tetiklemediği sürece bu eylemin sona erdiğini sosyal medya üzerinden duyurdu. Yani İran başka bir saldırı gerçekleştirmez, İsrail de misilleme ya da suikast operasyonu düzenlemezse bölgede tansiyon bir nebze olsun düşecek.Peki, ama bu krizde gerilimi tırmandırma basamakları şu an kimin kontrolünde?

2020 yılından farklı olarak, şu an İran’ın doğrudan karşısında ABD yok. İran’ın 2020 yılında ABD’ye karşı yaptığı misilleme, 2024 yılında İsrail’e yaptığı misillemeden farklı olarak karşı tarafın doğrudan topraklarına yönelik değildi. 2020 yılında misilleme, ABD’nin başka bir ülkedeki askeri üssüne yapılmışken, 2024 yılında İsrail’e karşı yapılan misilleme doğrudan İsrail’in egemen topraklarına yönelik gerçekleşti. Bu nedenle iki durumu birebir karşılaştıramayız. Ancak, bu karşılaştırma ile ABD’nin şu anki gerilimin tırmandırılmasına ilişkin ciddi bir kozunun olup olmadığını sorgulamamız mümkün.

İsrail Başbakanı Netanyahu, Nasrallah’ın öldürülmesi emrini veren kişi olarak biliniyor ve medyada yer alan haberlere göre, bu emri New York’ta BM Genel Kurulu için kaldığı otelde, yani Başkan Joe Biden’den sadece birkaç kilometre uzaktayken verdi. Netanyahu’nun bu emri Beyaz Saray’a bu kadar yakınken vermiş olması, ABD’nin İsrail üzerindeki etkisinin sınırlı olduğunu gösteriyor. ABD’nin doğrudan çatışma ya da topyekün savaş senaryolarından uzak durma telkinleri ve yönlendirmelerinin İsrail üzerinde ciddi bir etkisi olmadığı anlaşılıyor.

İsrail’in Misilleme Stratejisi ve ABD’nin Seçim Kaygılarıi

Genel olarak uzmanlar ve gazetecilerin temel beklentisi, İsrail’in bir misilleme daha yaparak misilleme zincirine bir halka daha ekleyeceği yönünde. ABD Başkanı Biden, ABD yetkililerinin, İsrail’in İran’ın petrol tesislerine olası bir saldırısını da tartıştığını doğruladı. Böyle bir darbe ile İran’a ağır bir zarar verilecek, dolayısıyla gerilim daha da tırmanacak. İsrail Güvenlik Kabinesi’nin İran’ın saldırılarının yol açtığı hasarı tam olarak ölçtükten sonrası için bir misilleme planlayacağı düşünülüyor. Bu da İsrail’in gerilimi tırmandırma üstünlüğüne sahip olduğunu ve Nasrallah’ın öldürülmesi gibi İran’ın birçok kırmızı çizgisini aşarak rakibini daha fazla baskı altına almaya çalıştığını gösteriyor.

İsrail gerilimi tırmandırırken, Beyaz Saray ise dört hafta sonra yapılacak başkanlık seçimlerinde herhangi bir sürprizle karşılaşmak istemiyor. Özellikle petrol tesislerine yapılacak bir saldırı, petrol fiyatlarını önemli ölçüde etkileyebilir, bu da küresel ekonomiyi sarsabilir. Buna karşı ABD yönetimi, alternatif kaynaklar ve yerel üretim ile bu durumu bir süre dengelemeye çalışırken, gerilimi tırmandırma merdivenlerini kontrol etmekte veya İsrail’i potansiyel bir ateşkes antlaşmasına ikna etmekte zorlanacaktır.

İlgili Yazılar Özel Metin

Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?
-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00

Fatih Global, politika, diplomasi, toplum ve ekonomi üzerine derinlemesine analizler ve köşe yazıları sunar. Türkiye’nin hem iç politikasını hem de dış ilişkilerini ele alarak, ülkenin stratejik önemini vurgularken, aynı zamanda küresel meseleleri de kapsamlı bir şekilde işler. Ana odak noktamız Türkiye olmakla birlikte, uluslararası ilişkilere geniş bir bakış açısı sunmayı hedefliyoruz.

Bizi Takip Edin!