Türkiye’deki islamcıların Osmanlı’yı yeniden canlandırma arzusu, tarihsel gerçeklerle çelişen bir nostaljiden besleniyor. Osmanlı, tarih boyunca yönünü Batı’ya dönmüş bir imparatorluktu ve saray politikaları, modern İslamcı ideolojilerden oldukça farklıydı. Bugün Osmanlı’yı İslamcı bir imparatorluk gibi görmek, tarihsel bir yanılgıdır. Ancak bu yanılgı üzerine inşa edilen ve yeni Osmanlıcılık olarak da adlandırılan siyasi tarih okuması, bir süredir Türkiye’nin Orta Doğu’daki politik hedeflerini şekillendiriyor.
Bu bağlamda Türkiye’nin Suriye iç politikasına daha fazla etki etme çabası dikkat çekiyor. Ancak bu süreçte Türkiye’nin karşı karşıya olduğu ve giderek daha belirgin hale gelen bir tehdit var: “Suriyelileşme.” Peki, bu tehlike savuşturulabilecek mi? Yoksa değişim kaçınılmaz mı? Bir diğer önemli soru: Kim kimi değiştirecek?
Osmanlı’dan Suriye’ye: Nostalji ile Gerçeklik Arasında
Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasını canlandırmayı hedefleyen politikalar, Suriye gibi ülkeler üzerinde etkili olmaya çalışırken çelişkilerle doludur. Türkiye’de İslamcıların gözlerini Orta Doğu’ya çevirmesi, Osmanlı’nın çokkültürlü ve Batı’ya açık yapısını ihmal etmektedir. Bu durum, özellikle Suriye politikasında kendini gösterdi. Türkiye’nin Suriye politikası “Şam’da namaz kılma” hedefi ile başlamışken Suriye’den milyonlarca mültecinin ülkeye girişi ile devam etti. Şam’da namaz kılma hedefi güçlü bir sembolizm taşıdığı söylenebilir, fakat bu hedef gerçekçi olmayan beklentilere dayanmaktadır.
Erdoğan’ın İlk Sınavı: Mısır
Erdoğan’ın Orta Doğu’ya şekil verme arzusu, ilk somut sınavını Mısır’da verdi. Muhammed Mursi’nin “akıl hocası” rolünü üstlenmeye çalışan Erdoğan hükümeti, darbeden sadece birkaç gün önce, Kahire’de Mursi’nin popülaritesini artırmak amacıyla belediye hizmetlerine yönelik çöp kamyonları gönderdi. Bu kamyonlarla şehirde temizlik yapılarak halkın gönlünü kazanılması hedefleniyordu. Ancak, belediyecilikteki tecrübelerine rağmen, Erdoğan ve ekibinin Orta Doğu siyasetine dair yetersizlikleri açıktı. Sürecin sonunda, Mursi’yi iktidarda tutma çabaları başarısız oldu. 2013 yılında gerçekleşen askeri darbe, Mursi’nin hapsedilmesine ve nihayetinde 2019’da mahkeme salonunda hayatını kaybetmesine yol açtı. Bu gelişmeler, Erdoğan’ın bölgesel liderlik iddialarının sert bir şekilde sınandığını ortaya koydu.
Suriye Politikası: Türkleştirme Çabaları ve Gerçekleşmeyen Hayaller
Erdoğan’ın bir sonraki hedefi Suriye oldu. Türkiye, Suriye’yi Türkleştirme ve hatta iki ülkeyi federatif bir yapıda birleştirme gibi iddialı hedefler belirledi. Bu amaç doğrultusunda, Ankara büyük ekonomik kaynaklar harcadı ve yoğun çaba sarf etti. 2011’de patlak veren iç savaşla birlikte Türkiye, Suriye’deki silahlı grupları destekleyerek çatışmaların önemli bir tarafı haline geldi. Sınırda güvenlik bölgeleri oluşturdu ve askeri operasyonlarla etki alanını genişletti. Erdoğan, Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapsa da, Türkiye’nin hamleleri bununla örtüşmüyordu. Ancak, ABD, Rusya ve İran gibi küresel aktörlerin sürece dahil olması, Türkiye’nin bu hedeflerini gerçekleştirmesini zorlaştırdı. Milyonlarca Suriyelinin Türkiye’ye göçü, ekonomik ve sosyal baskıları artırdı. Türkiye’nin Suriye’yi dönüştürme çabası, boyunu aşan bir girişim olarak tarihe geçti ve hayaller yarım kaldı.
Ukrayna Savaşı ve Türkiye’nin Bölgesel Fırsat Arayışı
2022’de patlak veren Ukrayna Savaşı, Türkiye’ye bölgesel politikalarda stratejik hamleler yapma fırsatları sundu. Savaş, Rusya’nın odak noktasını ve askeri kaynaklarını Ukrayna’ya kaydırmasına neden olarak, Moskova’nın Suriye gibi diğer çatışma bölgelerindeki etkisini zayıflattı. Bu durum, Türkiye’nin Güney Kafkasya’da Azerbaycan ile birlikte Karabağ Sorununun çözümünde daha aktif bir rol üstlenmesine olanak sağladı. Aynı zamanda, Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını azaltması, bölgede bir güç boşluğu yarattı. Bu boşluk, İran ve müttefiki Hizbullah’ın İsrail’in askeri operasyonlarıyla zayıflamasıyla daha da derinleşti. Esad rejiminin bu zayıflamış durumu, Türkiye’nin uzun süredir hedeflediği rejim değişikliği için elverişli bir zemin hazırladı. Türkiye’nin desteklediği silahlı gruplar Halep üzerinden Şam’a ilerlerken, Esad güçlerinin direniş gösterememesi rejimin çöküşünü hızlandırdı.
Şam’ın Düşüşü ve Erdoğan’ın Stratejik Hesapları
Esad rejiminin zayıflamasıyla Şam’ın kontrolü el değiştirdi. MİT Başkanı İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan adına Şam’da ayaklanmanın lideri Golani ile bir araya geldi ve Emeviye Camii’nde sembolik bir namaz kıldı. Bu hamle, Erdoğan’ın yıllardır süregelen “Şam’da namaz kılma” vaadini gerçekleştirdiğini göstermeye yönelikti. Erdoğan, bu gelişmeleri Türkiye’nin bölgesel liderliğinin bir göstergesi olarak sunmayı hedefledi. Ancak bir ülkenin sosyal, siyasi ve ekonomik yapısını dönüştürmek, hem uzun vadeli bir süreç hem de muazzam kaynaklar gerektirir. Türkiye’nin mevcut ekonomik durumu ve sınırlı stratejik sabrı, bu tür bir dönüşümü sürdürülebilir kılmakta yetersiz görünüyor.
ABD ile İlişkilerin Yeniden Tanımlanması ve Riskler
Türkiye’nin Suriye’deki hedeflerinin bir diğer boyutu, ABD ile bozulan ilişkileri onarmaktır. Erdoğan hükümeti, aracılar vasıtasıyla ABD’nin desteğini kazanmak için Suriye’deki operasyonlarını bir pazarlık unsuru olarak kullanmayı planladı. Türkiye’nin Rusya ve İran ile arasına mesafe koyarak, ABD ile daha yakın bir stratejik ortaklık geliştirme beklentisi, Ankara’nın dış politika hedeflerinde belirleyici bir unsur haline geldi. Ancak, bu tür bir işbirliğinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda ciddi belirsizlikler bulunmaktadır. ABD’nin bölgesel öncelikleri ve iç siyasi dinamikleri, bu beklentilere yanıt vermekte tutarsızlık gösterebilir.
Suriye’nin Türkiyeleştirilmesi: Gerçekçi Bir Hedef mi?
Türkiye’nin Suriye’yi Türkiyeleştirme politikası, sembolik jestlerin ötesine geçerek Halep ve İdlib gibi bölgelerin Türkiye’nin bir parçasıymış gibi görülmesine yol açtı. Hatta bu bölgeler için plaka numaraları önerilmesi gibi adımlar, bu politikanın somut örneklerini teşkil etti. Ancak, Suriye’yi dönüştürme çabası, Türkiye’nin kaldırabileceğinden çok daha büyük bir yüktür. Bu tür bir girişim, Türkiye’nin sosyal dokusunu ve güvenliğini tehdit edebilecek potansiyel sonuçlar taşımaktadır. Kürt sorununun derinleşmesi ve aşırı İslamcılığın yayılması gibi riskler, bu politikaların uzun vadeli maliyetlerini artırabilir. Hatta bugün Suriye’deki matematiği andıran bir manzara ile yakın gelecekte karşı karşıya kalınabilir. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak tabiri, bu senaryoyu özetleyen en uygun ifadelerdendir. Türkiye’nin bölgesel politikalardaki aşırı hırslı hedefleri, ülkeyi beklenmedik zorluklarla karşı karşıya bırakabilir.