Ukrayna Savaşı, Karadeniz jeopolitiğini dönüştürüyor. Soğuk Savaş yıllarında Karadeniz, kuzeyde Rusya ve uydu müttefikleri ile güneyde NATO üyesi Türkiye arasında ikiye bölünmüştü. Bulgaristan ve Romanya’nın NATO’ya katılması; Gürcistan, Moldova ve Ukrayna’nın bağımsızlığını kazanmasıyla Karadeniz’de eski düzen yerle bir oldu. Bu gelişmeler dengeyi Rusya aleyhine bozdu. Bununla birlikte toparlanan Rusya’nın zamanla önce Gürcistan’a, sonra Ukrayna’ya saldırmasının arkasındaki ana hedeflerinden biri de Karadeniz’deki nüfuzunu pekiştirme gayreti olarak değerlendirilebilir. Artık Rusya için verdiklerini geri alma zamanı.
Rusya’nın Karadeniz’deki komşusu Türkiye’nin ise bu süreçteki rolü ve etkisi, daha çok edilgen bir şekilde değişiyor. Geniş kıyıları ve nispeten güçlü donanmasıyla “sahada ben de varım” dese de, mevcut iç ve dış gelişmeler Türkiye’nin hak ettiği konuma gelmesini engelliyor. Bunda en önemli sebep, müttefikleri ile bozulan ilişkisi olarak görülüyor.
Sovyetler Birliği’nin yıkılması Türkiye lehine bir gelişmeydi ve Türkiye, Karadeniz’in en büyük askeri gücü haline gelebilirdi. Ancak Türkiye’nin Batılı müttefikleriyle, bilhassa ABD ile ilişkilerindeki bozulma, NATO’nun Karadeniz politikalarını kökten sarstı. Batı ile Rusya’nın potansiyel çatışma sahalarından biri olan Karadeniz’de NATO, Türkiye üzerinden bir strateji geliştirmeye isteksiz görünüyor. Hatta, Türkiye’nin alternatifi hazırlanıyor. Bunun pek çok nedeni olabilir; ancak, Batı sanki Ortadoğu’daki mevcut krizlerde Türkiye’nin sergilediği politikalara bakarak Karadeniz’deki muhtemel gelişmelerde onun sağlayabileceği katkıyı öngörüyor. Başka bir ifadeyle, Karadeniz stratejisinde Türkiye’ye olabilecek bağımlılık düzeyini azaltmayı amaçladığı denilebilir. Bu açıdan bakıldığında, “kelebek etkisi” gibi karmaşık bir ilişkiler ağı arasında kendinizi bulabilirsiniz; örneğin, Türkiye’nin insan hakları karnesi veya güneydoğusundaki Kürt sorununa bakışı ile kuzeyde NATO’nun Karadeniz stratejisi arasında bir ilişkiden bahsedebiliriz.
Kürt Sorunu Karadeniz’i Nasıl Etkiliyor?
Erdoğan döneminde Türkiye, Irak ve Suriye’de ABD ile karşıt taraflara düştü. Türkiye için belki de en hayati milli sorun uzun zamandır varlığını sürdüren ayrılıkçı terör örgütü PKK. Bu nedenle Ankara, sınırlarında en büyük tehdidi Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinden algılıyor. ABD ise her iki noktada YPG, SDG, PYD, HPG gibi isimler altında örgütlenen PKK uzantısı güçleri destekliyor. ABD Kongresi her yıl PKK ile bağlantısı açık olan Kürt gruplara büyük fonlar ayırıyor. 2019 savunma bütçesinde belirtildiği üzere ABD, sadece SDG’ye çeşitli kalemler altında yıllık yaklaşık 500 milyon dolar destek sağlıyor. Amerikalı subaylar ile PKK bağlantılı militanlar bu bölgede birlikte devriye geziyor, birlikte talim yapıyor. ABD, NATO müttefiki Türkiye için dahi YPG/SDG’den vazgeçmek istemiyor. Türkiye ile ABD arasındaki bu durum, yapısal bir sorun gibi görünüyor ve kısa sürede çözülmesi beklenmiyor.
Bunun dışında başka meseleler de var; Washington, Ankara’nın insan hakları ihlallerini tolere edilebilir bulmuyor. Siyasi davalar nedeniyle Türkiye’den on binlerce insan başka ülkelere kaçtı, yüz binlerce insan ise siyasi nedenlerle gözaltına alındı, mahkum edildi ve yargıyı siyasi amaçlı araç olarak kullanma alışkanlığı artarak devam ediyor. Kısacası Erdoğan’ın insan hakları ve hukuk sicili, AB ve ABD’nin kabul edebileceği limitin çok ötesinde.
“Tasmalı Siyaset”
Benzer bir uyuşmazlık İsrail ile ilişkilerde gözlemleniyor. Erdoğan’ın İsrail karşıtı söylemleri de Washington ile yakınlaşmayı zorlaştırıyor. Erdoğan, Türk Ordusunun İsrail’e girebileceğinden bahsetti; Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’den bahsederken “tasması ABD’nin elinde” dedi. Türkiye’nin başdiplomatına göre ABD, İsrail’i bazen Orta Doğu ülkelerinin üzerine salıyor, bazen de tasmasını sıkıp geri çekiyor. Kısacası Ankara ve Washington’ın İsrail konusuna bakışı arasında uçurum var.
ABD Türkiye’yi Karadeniz’de Yok Sayıyor
Hiçbir dönemde Türk-ABD ilişkileri bu kadar sorunlu olmamıştı. Bu şartlar altında ABD yönetimi, Erdoğan Türkiyesi ile Karadeniz’de strateji oluşturmanın olanaksız olduğuna karar verdi ve bir ikame politikasına geçti. Ukrayna Savaşı’nın patlak vermesi ise bu süreci hızlandırdı.
ABD’nin yeni politikasına göre NATO’nun Karadeniz’de yeni merkez üssü Romanya olacak. ABD ve NATO askeri gücünü Yunanistan’ın Dedeağaç Limanı’ndan başlayıp Bulgaristan üzerinden Romanya’nın Köstence Limanı’na ulaşan bir güzergah ile Karadeniz kıyısına taşıyacak
Avrupa’da NATO’nun en büyük askeri hava üssü Romanya’da inşa ediliyor. Daha doğrusu mevcut Mihail Kogalniceanu üssü genişletilerek yeni misyonuna hazırlanıyor. Bulgaristan ve diğer bölge ülkelerindeki mevcut üsler yenileniyor, bazı yerlerde yeni üsler de inşa ediliyor… Yunanistan’ın Saroz kıyılarındaki liman altyapısı kısa süre önce elden geçirildi ve ABD’nin büyük zırhlı araçları ve silah sistemleri ivedi olarak bu limandan kuzeye sevk edildi. Amerika, Karadeniz’deki kabiliyetlerini güçlendiriyor, imkanlarını genişletiyor. Bugün gelinen noktada, Rusya’ya karşı Balkanlar üzerinden Türkiyesiz bir NATO operasyonu mümkün. Tabii ki bölge ülkesi Türkiye’nin bu tarz operasyonlarda çok büyük katkısı olabilir, ancak ABD, Türkiye’nin katkısını sıfır düzeyinde tutacağı bir senaryoya göre plan yapıyor. Başka bir ifadeyle, Türkiye yok sayılıyor, hatta denklem Türkiye’nin saf değiştirmesi ihtimali hesaba katılarak kuruluyor.
Türkiye Sahayı Yanlış Okuyor
Türkiye’de iktidara yakın kalemler ve yorumcular, ABD’nin Yunanistan’da açtığı üsleri ve Dedeağaç’a taşıdığı ağır silahları “Türkiye’nin kuşatılması” olarak yorumluyor. Onlara göre Yunanistan’a konuşlanan tanklar, toplar ve füzeler Rusya için değil, Ankara’yı ve İstanbul’u vurmak için. Bu değerlendirmelere göre ABD, Yunanistan’a, Kıbrıs’a, Suriye ve Irak’a ve Kafkasya’ya yerleşmeye, yani Türkiye’yi kuşatmaya çalışıyor. Sadece yorumcular değil, Ankara da güvenlik politikalarını ABD’yi ve NATO’yu müttefik olarak yok sayarak, belki “hasım” kabul ederek yapıyor. Gerekirse NATO’dan çıkılabileceği restini masaya koyuyor. Ne kadar ciddi olduğu tartışılır ancak Batı tüm bu hamleleri gözlemliyor ve not ediyor.
Merhum Başbakan Bülent Ecevit, bir konuşmasında ABD ile ilişkileri “Amerika bir nehirdir, gider kovayla su alırsınız. Yeter ki, siz ne alacağınızı bilin” şeklinde tarif etmişti. ABD bir güç ve ondan nasıl faydalanılması gerektiğini bilmek Türkiye açısından reel politik bir gereklilik. Fakat görünüşe göre Ankara’da stratejik akıldan ziyade duygusal bir kopuş var ve tam hız sürüyor. Eğer bir şeyler bu gidişata dur demezse Türkiye’nin NATO üyeliği ve ABD ile ittifakı kopuşa doğru gidiyor.