Millennium Challenge ya da Türkçe tercümesiyle “Bin Yılın Meydan Okuması” ABD ordusunun 2002 yılında düzenlediği ve o zaman değin icra ettiği en büyük askeri tatbikatlarından biriydi. Tatbikat, Orta Doğu’da bir savaş senaryosunu simüle ediyordu ve maliyeti yaklaşık 250 milyon dolardı. Tatbikattaki Mavi takım (ABD ordusunu temsil ediyor) teknolojik üstünlüğüyle Kırmızı takıma (Orta Doğu’daki asimetrik düşman kuvveti) karşı zafer kazanmayı amaçlıyordu. Ancak Kırmızı takım lideri Emekli General Paul Van Riper mahiyetine tatbikatta klasik gerilla taktikleri ve asimetrik yöntemler kullanma emri verdi. Buna göre Kırmızı takım küçük timlere ayrıldı, sahaya yayıldı ve gizlenme prensiplerine harfiyen uydu. Telsiz vb. iletişim cihazlarını kullanmak yerine ışık sinyalleri ve motosikletli kuryeler kullandı. Manevra gücünü örtülü olarak mobilize tutarak yerine göre savunma, yerine göre mikro düzeyde saldırılar yapacak şekilde seferber etti. Tatbikat sonucunda teknolojik imkan ve araçlarla donatılmış Mavi takım savaş simülasyonunu kaybetti.
Savaşın değişen doğası buna ayak uyduramayan ordular için yenilgiler doğuruyor. Artık savaş alanları çoğunlukla şehirler, hatta sokak araları. Düşman alabildiğine muğlak, “başarı” alabildiğine belirsiz ve subjektif. Orta Doğu’da savaş kıvılcımını yakan hiçbir güç ne savaşın sınırlarını çizebilmeye ne de süresini tayin etmeye muktedir. Amerikan ordusunun Irak ve Afganistan harekatları ile bugün geldiği nokta bunun en bariz örneği. Fakat İsrail savaş kabinesi Gazze harekatı ile tüm bunları gözardı etmişçesine Hamas’la bir savaşa girişti. İsrail ordusu dün Gazze’de bugün ise Lübnan’da kapsamlı operasyonlar peşinde. Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi, geçtiğimiz günlerde bir F-35 filosunu ziyaretinde, İsrail ordusunun “Orta Doğu’da her yere ulaşabilecek kapasitede” olduğunu vurguladı. Bu söylemlerin sahadaki karşılığı ise bize İsrail’in geçmiş tecrübeleri gözardı ettiğini değil, aksine ‘dersine iyi çalıştığını’ gösteriyor.
Hamas Gazze’de İsrail ordusuna karşı aktif bir savunma sergileyemedi. Örgütün hem siyasi hem de silahlı kanadı yeraltına çekilmiş durumda. Başta siyasi büro başkanı İsmail Haniye ve onun ardından liderliğe geçen Yahya Sinvar olmak üzere örgütün birçok yöneticisi hayatını kaybetti. Moloz yığınına dönmüş şehirlerde zaman zaman tünellerden çıkan militanların, sahada hakimiyeti ele almış İsrail ordusuna karşı küçük çaplı sabotaj ve pusuları dışında gözlemlenen, her geçen gün artan sivil kayıplar… Gazze’de bu durum için artık “yeni normal” denilebilir. İsrail savaş kabinesi şimdi odağını Lübnan’a kaydırdı. Bu geçiş, çatışmanın boyutunu ve stratejik önceliklerin değişimini gösteriyor. İsrail Ordusu’nun bugün sahada doktrinasyonu ve modernizasyonu itibariyle 2002 yılındaki tatbikatın taraflarından Mavi takımı temsil ettiği söylenebilir. Ancak simülasyondakinin aksine Kırmızı takıma – yani Hizbullah’a – karşı hamleleri, İsrail’in savaşın değişen doğasına ne derecede uyum sağladığını, yani Millennium Challenge’a nasıl meydan okuyabildiğini göz önüne seriyor.
Hizbullah aslında kolay mağlup edilebilir bir rakip değil. Örgüt onlarca yıldır İsrail’le, bir süredir de çevresindeki diğer radikal örgütlerle savaşıyor. Uygulama pratiği ve tecrübesi açısından klasik gerilla savaşına hakim. Militan sayısı zaman zaman yedeklerle birlikte 40 bini buluyor. Buna ferasetli bir karar verme mekanizmasını (şu an için belirsiz), geniş sosyal tabanını, güçlü dış desteği de eklemek gerekir. Örgütün finansal kaynakları ve lojistik kabiliyeti uzun soluklu bir savaşı yürütebilecek düzeyde. Avrupa Birliği’nin de muhatap aldığı bir siyasi kanadı var ve partisi ile Lübnan parlamentosunda temsil gücü yüksek. Hizbullah’ın İsrail ile muhtemel bir savaştaki performasını öngörebilmek adına taraflar arasında 2006 yılında yaşanan savaşa göz atmakta fayda var.
2006 Savaşı ve Hizbullah’ın Savunma Stratejisi
12 Temmuz 2006’da Hizbullah’ın İsrail sınırına saldırmasıyla Lübnan-İsrail savaşı başladı. Hizbullah’ın, üç İsrail askerini öldürüp, ikisini kaçırmasıyla başlayan savaş Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin müdahale edeceği 14 Ağustos tarihine kadar 34 gün devam etti. Kara ve hava gücüyle Güney Lübnan’a giren İsrail ordusu karşısında Hizbullah’ın sert direnişi ile karşılaştı. Lübnan ordusu, gerek siyasi sınırlamalar gerekse operasyonel yetersizlikler nedeniyle savaşta etkisiz kaldı. Savunma inisiyatifi tamamen Hizbullah’ın elindeydi. Savaşın sonunda 121 İsrail askeri savaş alanında, 44 sivil İsrail şehirlerine roket saldırılarında hayatını kaybetti. Lübnan’da ise yaklaşık 1200 kişi yaşamını yitirdi. Bunların yarısının kadın ve çocuklardan oluşan siviller olduğu belirtiliyor.
2006 Lübnan-İsrail savaşı Hizbullah’ın savaş stratejisi açısından bize ipuçları veriyor. Örgüt savunmasını özellikle meskun mahalde gerçekleşen çatışmalar üzerine kurdu. Yoğun nüfuslu bölgelerde düşmanı sıkıştırırken, kendi direniş kapasitesini artırmayı hedefledi. Bu stratejiye uygun olarak savaşçıların hem saklanmasını hem de güvenli olarak yer değiştirmesini sağlayan gizli yeraltı tünellerini kullandı. Şehirlere çekilen İsrail piyadelerine yönelik keskin nişancılar ve küçük timlerle vurkaç taktikleriyle saldırdı, EYP’lerden faydalandı. Zırhlı araçlara ve tanklara ise Kornet gibi anti-tank füzeleri ile saldırarak kayıp verdirmeyi amaçladı.
Hizbullah’ın bu savaşta manevra yetenekleri oldukça ilgi çekti, Bint Jbeil gibi şehirler direnişin sembolü oldu. Buna ek olarak elindeki kısa menzilli roketlerle İsrail tarafına zaman zaman, hedef gözetmeden saldırılar düzenledi. Hizbullah’ın, İsrail hava ve topçu saldırılarına karşı temel korunma stratejisi sivil kalkan kullanmaktı. Bu strateji, uluslararası hukukun ihlali anlamına gelmekle birlikte Hizbullah için askeri anlamda faydalı oldu. Şehirlere giren İsrail askerleri yeterli hava desteğini alamadı, istenilen operasyonları rahatça icra edemedi. Hizbullah komuta merkezlerini hastaneler, okullar gibi kamu binalarının altına taşıyarak saldırılardan korudu. Ayrıca savunmasını tek merkezden değil, birbirine doğrudan bağlı olmayan yerel ve dağınık bir ağ içinde yönetti. 2006 yılındaki savaşın en dikkat çekici detaylarından biri de Hizbullah’ın elektronik savaş taktikleri kullanarak İsrail’in bazı insansız hava araçlarının (İHA) görüntülerini ele geçirmesi ve bu verileri kendi askeri operasyonları için kullanması oldu. Örgüt temel olarak savaşı olabildiğince uzatmayı ve kayıp verdirmeyi hedefledi. Hizbullah, 2006’da 34 gün süren ve ateşkesle sonuçlanan bu savaşı zafer olarak kabul etti.
Bugün ise daha İsrail piyadesi Lübnan topraklarına adım atmadan örgütün lider kadrosunun neredeyse tamamı yaşamını yitirdi, emir-komuta hiyerarşisi ile örgüt içi iletişim ve koordinasyon ağır darbe aldı, binlerce savaşçı tek bir elektronik saldırı ile deşifre edildi, yaralandı ve hayatını kaybetti. Lojistik operasyonları sekteye uğratıldı ve mühimmat depoları havaya uçuruldu. Örgüt henüz havlu atmadı, ancak hem moral gücünü hem de uluslararası alandaki itibarını büyük oranda kaybetti. Bu durumun nedenlerini daha iyi anlamak için 2006 yılından bugünlerde çıkması muhtemel bir savaşa kadar, yaklaşık 20 yıllık sürece bakmakta fayda var.
Suriye İç Savaşı ve İki Savaş Arası Hizbullah
2006 Savaşının ardından ateşkes ilan edilip, Güney Lübnan’a Birleşmiş Milletler güçleri sevk edilmiş olsa da Hizbullah ve Şii nüfusun geneli bu savaşın sonucunu bir zafer olarak kutladı. Örgüte kamuoyu desteği arttı. 1992’de 12 vekil ile temsil edilen örgüt, 2006 yılı sonrası parlamentodaki gücünü artırdı ve 2018 yılında 128 sandalyeden 70’ini ittifakla elde etti. Bunda artan popülaritesi ile birlikte özellikle Şii kesime sağladığı eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmetler ile ekonomik yardım ve güvenlik hizmetleri etkili oldu. Hizbullah ülkedeki Şii örgütler arasında en büyük olanı ve stratejik olarak sosyal tabanının moralini yüksek tutmanın önemini hep gözetti.
Özellikle Şii toplumu ile başta Hizbullah olmak üzere çeşitli örgütler arasında simbiyotik bir ilişki de söz konusu. Ülkede gelir eşitsizliği ciddi boyutlara ulaşmış durumda. 5,5 Milyonluk nüfusun yaklaşık %30’u işsiz ve sosyal ve ekonomik yardımlar onlar için hayati öneme sahip. Mezhepsel çatışmalar güvenlik endişelerini, bunlar da çeşitli isimlerdeki örgütlere sığınma eğilimini artırıyor. Sistematik bir ideolojik eğitimden geçen gençler zamanla bu örgütlerin potansiyel savaşçılarına dönüşüyor. Savaşçı maaşları da cezbedici. Hizbullah, savaşçılarının yaşarken ya da hayatlarını kaybetmeleri durumunda aile geçimlerini bir nevi garanti ediyor. Haliyle ideolojik motivasyonların yanında geçim sıkıntısı yaşayanları da örgüt kendine çekiyor. Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYİH) 2024 itibariyle yaklaşık 20 milyar dolar olan Lübnan’da (İsrail’in GSYİH’si yaklaşık 500 milyar dolar) Hizbullah’ın tek başına yıllık geliri 1 milyar doları buluyor.
Hizbullah’ın tarihindeki dönüm noktalarından biri Suriye iç savaşına dahil olması. İran’ın yönlendirmeleri ile Suriye’deki Esad yönetimine destek olmaya giden örgüt irili ufaklı pek çok muhalif grup ile savaştı. Halep’in geri alınmasında önemli rol oynadı. Bu süreçte savaş tecrübesini artıran örgüt Suriye ve Rusya gibi düzenli ordulardan lojistik destek ve çeşitli kabiliyetler edindi. Bir başka deyişle Hizbullah Suriye iç savaşından önemli ölçüde fayda sağladı. Ancak bu tercihinin zararlarını da zamanla görmeye başladı. Öncelikle İsrail gibi ortak bir düşmanı bırakıp Müslüman kimlikli muhalif/radikal örgütlere karşı, daha çok politik gerekçelerle, bir savaşa girmesi Lübnan’da Hizbullah’a farklı mezheplerden gelen desteği azalttı. Bunun örgütün kurmayı hedeflediği iç huzura yansıması da olumsuz oldu. Bir bakıma eylemleri ile ideolojik söylemleri çelişti. Bununla birlikte örgüt Suriye’de kendisini destekleyecek kalıcı bir sosyal taban da oluşturamadı. İç Savaş bitiminden itibaren Esad yönetimi bir formül ortaya koymazsa Hizbullah’ın Suriye’de varlık göstermesi zor.
Bir diğer sorun, komuta kademesindeki yolsuzluk iddiaları. Krizler kimileri için zenginleşme fırsatına dönüşebiliyor. Bu durum örgütte bir çeşit disiplin zafiyeti olarak ortaya çıktı ve zamanla hayati güvenlik riskleri meydana getirdi. Hatta bir dönem bu durumun örgütün denetleyici ve düzenleyici mekanizmalarına tesir edebilecek boyuta ulaştığı iddia edildi. İsrail’in rakibinin yolsuzluk gibi açıklarından faydalanmasını bilen bir aktör olduğunun altını da çizmek gerekir. Bir diğer sorun örgütün personel sayısındaki artıştan kaynaklandı. Suriye iç savaşı, Hizbullah’ı daha fazla savaşçı istihdam etmeye zorladı ve böylece örgütün bünyesine daha az ideolojik ve askeri eğitimden geçmiş fertler girdi. Ayrıca bu dönemde İsrail İstihbaratına angaje pek çok istihbarat elemanının da örgüte sızdığı düşünülüyor.
Sahada Suriye ve Rusya ile organize hareket etmesiyle zamanla bu devletlerin Hizbullah’ın işleyişi ile ilgili çeşitli tasniflerde kapsamlı bir bilgi havuzu oluşturduğu ve İsrail’in özellikle bu havuza erişerek Hizbullah’a dair kapsamlı istihbarat elde ettiği tahmin ediliyor. Bu tahminler henüz doğrulanmamış olsa da göz ardı edilemez. Ayrıca İsrail’in son dönemdeki operasyonları Hizbullah’ta bir istihbarat zafiyeti olduğuna şüphe bırakmayacak türden.
Suriye iç savaşının neden olduğu bir diğer önemli zarar ise örgütün katı askeri hiyerarşisinin yıpranması. En güçlü ordularda bile gözlemlenen, uzun süre cephede kalan askerlerdeki moral ve disiplin zafiyeti, Hizbullah’ın savaşçılarında da gözlemleniyor. Örgüt Suriye’de 2011 yılından beri bilfiil sahada. Sonu gelmeyen çatışmalar ve kayıpların militanların manevi ve moral gücünü zayıflattığı, zamanla bunun emirlere itaat ve iç disiplin sorunlarına neden olduğu düşünülüyor. Suriye iç savaşı Hizbullah’ın bölgedeki nüfuzunu artırsa da yapısını zayıflatmış görünüyor.
Suriye iç savaşı ile örgütün İran’a ek olarak sahada Suriye ve Rusya gibi iki müttefik daha elde ettiği görünümü oluştu. Lübnan içinde ise Hizbullah doğrudan bir saldırıya muhatap olmadı. Güney Lübnan’da zaman zaman meydana gelen İsrail ile karşılıklı saldırılar – ki bunlar bu bölge için normal kabul edilmekte – dışında kendi topraklarında geçtiğimiz yıla kadar Hizbullah ciddi bir tehlike ile karşılaşmadı. Hatta bu dönem için örgütün “altın devrini” yaşadığı bile söylenebilir.
Yeni Bir Savaşa Doğru
Hamas’ın 7 Ekim saldırısı İsrail savaş makinesini tekrar sahaya çekti. Önce Gazze Şeridi’ni yaşanmaz hale getiren İsrail, şimdi yönünü Lübnan’a dönmüş durumda. 1 Ekim itibari ile İsrail 15 bin askerle Güney Lübnan’a kara harekatı başlattı, yakın gelecekte bunun bir savaşa dönüşmesi oldukça muhtemel. İsrail savaşı yayarak tüm rakipleri ile art arda yüzleşmeye çalışıyor. Bir taraftan Tahran’ın kalbinde İsmail Haniye’ye düzenlenen suikast, diğer yandan Yemen’in Hodeidah limanındaki Husilerin yakıt depolarının patlatılması… Bu tutum karşısında bölge ülkeleri de kendilerini İsrail’in agresif politikalarının hedeflerinin dışında tutmaya çalışıyor. Tarafsız kalan Mısır ve Ürdün’ün ardından geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan ve Körfez İşbirliği Teşkilatı üyeleri de tarafsızlık açıklaması yaptı. Dış politikada İsrail’i açıktan eleştiren Türkiye’de ise 8 Ekim’de parlamentoda bir kapalı oturum düzenlenerek İsrail saldırılarının Türkiye’ye muhtemel etkileri görüşüldü.
Diğer taraftan Hamas da çatışmaların başından itibaren birçok kez İsrail karşıtı örgüt ve devletleri cepheye desteğe çağırdı. Zaman zaman küçük çaplı destekler yapılsa da Hizbullah doğrudan Hamas’ın yanında yer almaktan kaçındı. Şimdi hedefte Hizbullah’ın kendisi var ve İran’ın sembolik füze bombardımanları sayılmazsa örgütün İsrail karşısında yalnız kaldığı söylenebilir. İsrail’in henüz Gazze’de mutlak zafer kazanmaması; kendisinin İran’a ek olarak Suriye ve Rusya gibi ülkelerden destek sağlayabilecek durumda olması; başta ABD olmak üzere İsrail müttefiklerinin de çatışmanın yayılmasından endişe duyması ile birlikte konjonktürel olarak Hizbullah topyekün bir savaş ihtimalini düşük görmüş olabilir.
Aslında Hizbullah kendisini 2024 yılı Ocak ayından itibaren asimetrik bir tehditle karşı karşıya buldu. Bu tehdit İsrail’in akıllı telefonlar kullanan üyeler üzerinden Hizbullah’ın iletişim ağına sızmış olması riskiydi. Örgütün lideri Hasan Nasrallah tüm üyelere akıllı telefonları bırakıp çağrı cihazlarına geçmeleri talimatını verdi. Fakat İsrail birkaç adım öndeydi ve Hizbullah’ın tedarik zincirine de sızmıştı. Parçalarının Tayvan’dan temin edildiği, üretimin Macaristan’daki bir tabela firması (bu firmanın İsrail’e ait olduğu düşünülüyor) tarafından yapılan çağrı cihazlarına montaj esnasında toz patlayıcılar yerleştirilmişti. Şubat ayında bu cihazlar örgüt üyelerince aktif olarak kullanılmaya başlandı. Bu esnada bir diğer güvenlik zafiyeti Hizbullah’a yakın geçmişteki en büyük kaybını yaşadı: İnsan ve elektronik istihbarat vasıtasıyla konumu tespit edilen Nasrallah’ın yardımcısı Fuad Shukr 30 Temmuz’da Beyrut’ta İsrail hava kuvvetlerinin nokta saldırısı sonucu yaşamını yitirdi.
Kullanıma geçilen çağrı cihazlarındaki patlayıcılar “tespit edilme ihtimali” üzerine İsrail tarafından 17 Eylül’de eş zamanlı olarak patlatıldı. Saldırıda en az 12 kişi öldü, 2.750’den fazla kişi yaralandı. 18 Eylül’de ise İsrail aynı şekilde telsiz cihazlarını patlattı ve bu saldırıda da 30’dan fazla kişi can verdi. Saldırılar örgütün emir komuta ağını felce uğrattığı gibi bunlardan örgütün yönetim kadrosu da nasibini aldı. 27 Eylül tarihinde yeri tespit edilen Hasan Nasrallah’a yönelik nokta operasyonla birlikte birkaç hafta içinde örgütte üst düzey 16 yönetici hayatını kaybetti. Devamında Nasrallah’ın yerine geçen Hashem Safieddine de bir kaç gün içinde bir başka hava saldırısında yaşamını yitirdi. İsrail ordusu Lübnan sınırında Hizbullah mevzilerini yumuşatmaya dönük topçu ve füze atışlarını da eylül ayında tamamlayarak 1 Ekim’de kara harekatını başlattı.
İsrail’in Meydan Okuması
İsrail ordusu 1 Ekim’de 15 bin asker ile kara harekatını başlattı. Hizbullah ise şimdiye kadar sert bir direniş sergiledi, İsrail ordusunu yavaşlattı. Ancak bu İsrail için bir başarısızlık değil, çünkü İsrail ordusu bu harekatta ilerlemekten çok istihbarat temelli nokta operasyonlar düzenlemeyi önceliyor.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu başta olmak üzere uluslararası sistem ve organları son bir yılda İsrail’in askeri ve diplomatik manevraları karşısında etkisiz kaldı. Rusya-Ukrayna savaşında etik söylem üstünlüğünü elde eden Batı, birkaç istisna çıkış dışında kendi değerleri ile çelişircesine mevcut çatışma ve insan hakları ihlallerine sessiz kalmayı sürdürüyor. Bu tutum batılı ülkelerde toplumsal tepkilerinin büyümesine de neden oluyor. İsrail’in Hizbullah ile de bir savaşa girmesi durumunda uluslararası aktörlerin bunu durduracak bir inisiyatifi oluşmayabilir. 7 Ekim saldırıları ardından başlatılan operasyonlar İsrail’e subjektif bir meşruiyet kazandırdı. Diğer taraftan 7 Ekim sonrası oluşan toplumsal travma muhalif sesleri de susturarak savaş kabinesine daha cesur kararlar alabilme imkanı sağlıyor. Sonuç olarak hem dış hem de iç kamuoyu İsrail politikalarını destekler veya engellemez bir duruş belirledi. Örneğin, 2006 savaşı ile kıyaslandığında, şu anda Lübnan’da İsrail’in hedeflerini, mücadele stratejilerini ve kapsamını kendisinin belirlediği bir süreç yaşanıyor denilebilir. Hatta Netanyahu hükümeti bunu bir adım daha ilerleterek İran’ı (dolayısıyla ABD’yi) sahaya çekmeye çalışıyor, bölgeyi çok taraflı bir çatışmaya zorluyor.
İsrail görünüşe göre Hizbullah’tan bir sürpriz beklemiyor. Örgüt militanlarının İsrail içinde sivil hedeflere yönelik ‘yalnız kurt’ eylemleri ve roket saldırıları ile İsrail toplumuna korku salmayı hedeflediğini düşünüyor. Ancak, şimdilik öngörülemez olsa da, sivil kayıplar Netanyahu hükümeti üzerinde güçlü bir baskı oluşturmayacak gibi. Hatta 7 Ekim saldırısında olduğu gibi, sivil kayıplar toplumsal öfkeyi savaş politikalarını destekleyecek şekilde kanalize edilebilir.
Örgütün Güney Lübnan’da ise yıpratıcı bir direniş sergileyeceği öngörülüyor. Şimdiye kadar yaşanan çatışmalar bunu doğrular nitelikte. Sahadaki İsrail ordusunu, Hizbullah’ın klasik gerilla savaş taktiklerine ek olarak, genellikle İran menşeli drone saldırıları bekliyor. 2024 yılı içinde Hizbullah İsrail ordusuna yönelik birkaç kez İHA saldırısı düzenledi. Ancak mevcut durumda daha büyük bir tehdit, kamikaze drone’lar veya küçük saldırı drone’larından gelebilir. Bu tür saldırıların ilki, 8 Ekim’de gerçekleşti ve 70 kadar İsrail askerini yaraladı.
Hizbullah ise daha çok nokta operasyonlarla stratejik kişi ve tesislerine yönelik saldırılara maruz kalıyor. İsrail ordusu kara harekâtını yavaş ilerletiyor, bu da operasyonun belirli bir zaman hedefine sahip olmadığı izlenimini veriyor. Böylelikle az kayıp vermeyi planladığı anlaşılıyor
İsrail geçmişe nazaran sahada siber, muhabere ve uydu istihbaratından daha aktif yararlanıyor. Savunma Bakanlığı’na bağlı Unit 9900 adlı birim uydu ve İHA teknolojilerini kullanarak yeraltı tünellerinin girişlerini ve roket fırlatma sahalarını yüzeylerdeki küçük değişikliklerden tespit edebiliyor. İsrail ordusu yüksek çözünürlüklü drone görüntü teknolojisi ile sahadan anlık görsel istihbarat topluyor. İstihbarat birimleri Hizbullah iletişim ağını cep telefonları, kameralar ve akıllı cihazlar (TV kumandalarındaki mikrofonlara kadar) üzerinden takip edebiliyor, kritik hedefleri tespit edebiliyor. Mevcut teknolojik imkanlar Hizbullah’ın sahada gizlenmesini neredeyse imkansız hale getirdi. İsrail ordusu sivil kayıplar verdirmekten, yani insanlığa karşı suç işlemekten de geri durmuyor. Hamas örneğinde olduğu gibi onbinlerce insan Lübnan’da da hayatını kaybedebilir, Hizbullah’ın sivil kalkan stratejisi bu sefer fayda sağlayamayabilir.
Hizbullah moral gücünü henüz savaş başlamadan kaybetti. Kara harekatı başlayalı neredeyse bir ay olmasına rağmen örgüt daha yaralarını saramadı, yeni liderini de seçemedi (veya güvenlik endişesi ile açıklayamıyor). Güçlü bir liderlik mekanizması ve söylem ortaya koymaz ise hem sahada hem de sosyal tabanında etkisini kaybedecek. İsrail’in örgüte gelen ekonomik ve lojistik desteği bitirebilmesi mümkün görünmüyor. Ancak Hizbullah’ın bu alanlarda da sorunlar yaşaması kuvvetle muhtemel.
Hizbullah, gelinen noktada Millennium Challenge tatbikatındaki Kırmızı takımın stratejisine benzer bir yaklaşım ile savaşı karşılayacak gibi görünüyor. Mavi takım rolündeki İsrail ise buna hazırlıklı. Eğer bir vesile bu gidişe dur demezse, Orta Doğu’da yeni bir savaş kapıda.