Ankara’da Gün Aydınlığında Karanlık Suikast: Genç Milliyetçi Lider Neden Katledildi?

tarafından Editöryal

Bundan yaklaşık bir buçuk yıl önce, 30 Aralık 2022’de, Türkiye’nin başkenti Ankara’nın göbeğinde, gün ortasında, milliyetçilerin yeni nesil lider adayı Sinan Ateş suikasta uğradı ve yaşamını yitirdi. Suikast haberi ülke genelinde şok etkisi yarattı. Türk milliyetçilerinin yeni umudu, yıldızı hızla parlayan bu genç adamı (1984 doğumlu) kimlerin, hangi cüretle öldürdüğü herkesin merak ettiği bir soruydu. Zira Sinan Ateş, Milliyetçi Partinin gençlik teşkilatı başkanlığı yapmış (Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı), camiasında özellikle yeni nesil milliyetçiler arasında son derece popüler bir kişiliğe sahipti. Terörün ve siyasi cinayetlerin ülkede hız kazandığı, özellikle siyasal amaçlı cinayetlerin doruğa çıktığı 1990’lı yıllarda dahi milliyetçilerin gençlik önderliğini yapmış bir kişiye suikast düzenlemeye kimse cesaret edememişti. Peki, nasıl oldu da Sinan Ateş bu durumun istisnası oldu ve katledilebilirdi? Suikastın üzerinden geçen süre zarfında uzmanlar sürekli bu gizemli sorunun cevabına ulaşmaya çalıştılar ve yorumlar yaptılar ancak gerçeğe 7 Mayıs 2024’te soruşturma savcısının iddianamesini mahkemeye sunmasıyla yaklaşılabildi. Her ne kadar savcının cinayet gizemini sürdürmek ve karanlıkta bırakmak için elinden geleni yaptığı şüphesi kamuoyunda yayılsa da olayla ilgili cinayet dosyasındaki deliller, mızrağın çuvala sığdırılamayacağı kadar net ve açıktı.

Evdeki Hesap Çarşıya Uymuyor

Suikastla ilgili ele geçen belgeler, bilgiler ve kanıtlar cinayetin kendisinden çok daha fazla şok ediciydi. İlk şok dalgası, olayı soruşturan savcının iddianamesinde birçok somut belgeyi görmezden gelmesi oldu. Muhalif gazetelerden Sözcü’nün haberinde, “olayın organizasyonunu ortaya koyan onlarca delilin değerlendirilmediği, 22 kişi hakkında hazırlanan iddianamede, tetikçi Eray Özyağıcı’nın kaçırılmasında (sınırı geçip Yunanistan’a ulaşmayı başarıyor ancak Yunan güvenlik görevlileri tarafından yakalanarak Türk Jandarmasına tutanakla teslim ediliyor) kullanılan araçtan, plakası dahi verilmeden ‘Audi marka’ denilerek bahsedilmişti,” denilerek soruşturmada bir şeylerin gizlendiği kuşkusu dillendirilmişti (Sözcü 10 Mayıs 2024). Bu kadar karartma çabası sonrasında suikast tetikçisinin Türkler değil Yunanlı güvenlik görevlileri tarafından yakalanıp Türk Jandarmasına teslim edilmesi de toksik milliyetçileri fazlasıyla üzen kötü bir sürpriz olmuşa benziyor. Kaldı ki aracın Milliyetçi Parti’ye (MHP) tahsisli olduğu ve cinayetin azmettiricileri – organizatörleri Tolgahan Demirbaş ve Emre Yüksel (aynı partinin mensupları) tarafından kullanıldığı ilerleyen günlerde ortaya çıktı. Merhumun uzun süredir sabırla adalet bekleyen ve geçen zaman içerisinde olayı yönlendirecek (adaletin tecellisine baskı olarak algılanabilecek) açıklamalardan ısrarla kaçınan acılı eşi Ayşe Ateş, suskunluğunu bozanlardandı. Ayşe Ateş, savcının “içi boş bir iddianame yazdığını” söyleyip, “benim ifademi dahi koymamışlar, 17 sayfalık ifademin hiçbir cümlesi iddianamede yok. Oysa suikastla ilgili olabilecek birçok isim ve bilgi vermiştim… Davayı sulandırmak istiyorlar… Deliller dosyada var ama iddianamede yok…” diyerek hayal kırıklığını belirtenlerdendi (Fatih Altaylı Teke Tek 18 Mayıs 2024).           

Cinayetin İzi MHP’ye Dayanıyor: Suikastin Organizatörleri ve Şok Edici Deliller

Benzeri eleştirilerin sıklıkla dillendirilmesine ve yargıdan kuşku duyulmasına rağmen (Türkiye’de yargıya güven %25’lerin altına seyrediyor), eldeki sınırlı deliller dahi çok fazla şey söylüyordu. Türkçede bu tür durumlar için mızrak çuvala sığmaz atasözü kullanılır ve Ateş suikastında çuvalın dışına çıkan deliller dahi yeterince ürperti vericiydi. İddianamede olmasa da dosyada yer alan bulgulara bakılırsa, suikastı gerçekleştiren, 36 yıl kesinleşmiş hapis cezası olan firari Eray Özyağıcı’yı olay yerine getirme işini organize edenlerin hepsi MHP ile siyasi ve organik bağlantısı olanlardı. Daha da vahim olanı ise kesinleşmiş cezasından dolayı yakalaması bulunan tetikçiyi, polis kontrol noktalarından sorunsuz geçirmek maksadıyla İstanbul’dan Ankara’ya getirenler arasında özel harekât timinde görevli iki polisin de (radikal milliyetçilerin polis içerisinde örgütlendiği) olmasıydı. Olayda kullanılan, trafikte geçiş üstünlüğüne sahip (çakarlı) üç aracın da Milliyetçi Parti’yle irtibatlı olduğu da eldeki bulgular arasında. Ayrıca suikastla ilişkili tutuklu 22 sanığın 17’sinin de aynı partiyle halen veya yakın geçmişte ilişkili olduğu gerçeği de medyada sürekli dillendirilmektedir.

Ateş suikastını başarılı (!) bir şekilde icra ettiklerini düşünenler geride epeyce delil bırakmışlar. Tüm karartma çabalarına ve yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali yüksek sesle meydan okuma girişimlerine rağmen ortalığa saçılan bu kanıtları tam olarak karartmayı henüz başarabilmiş değiller. Soruşturmanın geldiği bu aşamada, cinayetin arkasındaki gücün MHP içerisinde milletvekili (Olcay Kılavuz) ve Partinin gençlik örgütü lideri (Ahmet Yiğit Yıldırım) seviyesine kadar uzanan hiyerarşik bir ağa sahip olduğunu ortaya koyuyor.

Bu tartışmalara gecikmeli de olsa Ana Muhalefet Lideri Özgür Özel de girmekten kendini alamıyor. Özel, soruşturmanın tüm aşamalarının MHP içerisindeki bir grup tarafından yönlendirildiğini işaret ettiği Meclis Grup Konuşmasında, “İki kişinin isimleri (Milletvekili Olcay Kılavuz ve Partinin Gençlik Kolları Başkanı Yiğit Yıldırım) Sinan Ateş iddianamesinden nasıl ve kimler tarafından ayıklanmıştır? Cinayetten sonra ‘kimse tweet atmayacak, taziye bildirmeyecek!’ diyenler kimlerdir? Tetikçiyi kaçıran aracın fotoğrafları ortaya çıkıp bu aracın trafikte ceza yemeyecek statüye (durdurulamayan ve geçiş üstünlüğüne sahip) kavuşturulmasını kimler sağlamıştır? Sinan Ateş davası üzerine sis çökerten bu ikisinin bu sisteki payı nedir?” (Özgür Özel TBMM Grup Konuşması 22 Mayıs 2024) diyerek sorularını doğrudan MHP genel başkanına yöneltmiştir. Muhalefet liderinin sorularında gizlediği iki kişinin ise Milliyetçi Partinin içerisindeki en radikal ve toksik söylemlerle öne çıkan Genel Başkan Yardımcıları İzzet Ulvi Yönter ve Semih Yalçın olduğu, bizzat bu ikilinin Özel’e yönelik hakaretamiz cevabi tweetleriyle ortaya çıktı.

Gelinen aşamada, cinayet artık ulusal bir skandala ve sansasyonel siyasi bir suikasta dönüşmüş, katliamın ucu ise MHP Genel Başkanlığındaki en üst düzey yöneticilere kadar dayanmıştır. Erdoğan iktidarının küçük ama sıkletinin çok üzerinde yumruk atmaya alışık milliyetçi ortağı, özellikle yargı, polis ve istihbarat kurumlarındaki yandaşları sayesinde yakayı ele vermeyecekleri hesabıyla tüm planlarını yaptıkları anlaşılıyor. Ancak günün sonunda evdeki hesap çarşıya uymuyor.

                                Suikastın Gerekçesi

Suikastın başından sonuna kadar tüm aşamalarında ana şüphelinin MHP içerisindeki bir grup olduğu ortaya çıktığına göre, akla ilk gelen soru ‘neden’? Partide kimler, hiç kimsenin bu güne kadar cüret edemediği böylesine sansasyonel bir eylemi gerçekleştirecek kadar gözlerini karartmışlardı? Bu sorunun cevabının doğal olarak iddianamede bulunması beklenir; cinayet sebebi olmayan bir iddianame düşünülemez. Ama işin günümüz Türkiye’sine bakan karanlık ve sırlı yönü burada gizli. Cinayetin gerekçesi iddianamede yok! MHP’nin, iktidarın küçük ortağı olarak yargıda ve poliste çok yandaşı olduğu konusunda taraflı tarafsız herkesin ortak görüşte olduğu hatırlandığında, iddianamede suikastın gerekçesi ve arkasındaki motivasyonun neden cevapsız kaldığı da kendi içerisinde bir anlam buluyor (günümüz Türkiye’sindeki iktidar, yargı ve polisin işleyişi bağlamında bir anlamlılıktan bahsediliyor). Maktulün eşi, “Sinan, bireysel bir sokak torbacısının husumeti sonucunda ölmedi. O, organize bir şekilde planlanmış, tasarlanmış ve uygulanmış bir suikasta kurban edilmiştir,” diyor. Çünkü Sinan’ı epey zamandır tehdit ediyorlardı, hatta bu işlerden vazgeç diyerek valiz dolusu para getirdiler, kabul etmedi, yolundan dön diyerek tehdit ettiler, sistemik itibarsızlaştırma ve linç kampanyaları yaptılar. Bunları yapanların hepsini savcıya söyledim ve hepsinin de partiyle irtibatı var. Onları oralara yerleştirenler ve bu koltuklara oturtanlar da (MHP ve bağlı birimlerindeki görevlerini kastederek) ben değilim” diyerek acıyla feryat ediyor (Ece Üner’e Röportaj, 15 Mayıs 2024, SZC TV). Ayşe Ateş’e göre organize bir kötülük var ve bunlar parti tarafından korundu, kollandı.

Duayen milliyetçi gazetecilerden Yavuz Selim Demirağ ise cinayetin motivasyonunu şöyle açıklıyor: Sinan Ateş, Bahçeli’den sonra partinin başına kimin geçeceğini belirleme yarışında, Bahçeli’den sonra genel başkanlığa hazırlanan bir ekip tarafından hedef gösterildi ve suikast kriminal kişilere (torbacılara) taşere edildi (Yavuz Selim Demirağ, SZC TV, 14 Mayıs 2024). Ayrıca Demirağ, “Başım yeterince dertte” (daha önce toksik milliyetçiler tarafından öldüresiye dövülmüştü) diyerek söze başlıyor ve cinayet dosyasında (sekiz bin sayfa her şey var ama iddianamede hayati öneme haiz delillerin çoğu zikredilmemiş) diyor. İddianameyi bir ‘aklama name’ olarak isimlendiren Demirağ, “Her şey var ama bir şey yok” diyerek suikastı doğrudan Milliyetçi Parti ile irtibatlandıran en önemli kanıtlardan birinin, olay akşamı MHP milletvekili Olcay Kılavuz’un evinde tutulan polis tutanağının iddianamede zaten yer almadığını, genişletilmiş dava dosyasından dahi çıkarıldığını ifade ediyor.

Suikastı organize edenlerden Tolgahan Demirbaş’ın, Milliyetçi Parti milletvekilinin evinde cinayetin akabinde yakalandığına dair polis tutanaklarının sonradan buharlaşması ve üstüne üstlük bu baskını düzenleyen polislerin ikisinin meslekten uzaklaştırıldığı, diğer ikisinin ise sürgüne gönderildiği ortaya çıkıyor. Demirağ, “Katilin olay mahallinden alınıp Yunanistan’a kaçırılmasında aracılık edenler de partiyle irtibatlı olup, kullandıkları araçlar da partiyle irtibatlı çıktı” diyor (Yavuz Selim Demirağ, Tele 1 açıkoturumu, 23 Mayıs 2024).

Türk Milliyetçiliğinde İki Ekol: Toksik-Radikaller ile Mutedil-Yapıcı Akımın Mücadelesi

Erdoğan’la iktidarı paylaşan Milliyetçi (MHP) kanadının öne çıkan vasfı, milliyetçiliği mafya ve karanlık odaklarla neredeyse eşanlamlı hale getirmesi olmuştur. Muhaliflerini dövmek, nefret dili kullanmak, kafa, kol bacak kırma pratiği, egemen kadronun meşru gördüğü rutin faaliyetler arasına girmiştir. Devlet içindeki yandaşları ve yeraltı dünyasıyla yakın ilişkileri onları siyaseti de böyle yapabilecekleri konusunda oldukça cesaretlendirmiş durumda. Sadece son dört yıl içerisinde onlarca gazeteci ve politikacıya fiziksel şiddet uygulamaktan geri durmadıkları herkesin malumudur. Kullandıkları nefret diliyle hedefe koyup düşmanlaştırdıkları kişilerin sonu ya hastaneye ya da mezara giden bir süreçle sonuçlanıyor. Parti, gazeteciler ve düşünürleri hapishaneye atma yolunda azgın bir mücadele içerisinde, ancak mafya liderlerini ve üyelerini dışarı çıkarma konusunda ise aynı oranda azimli ve başarılı. Mafya liderleri, yeraltı dünyasının kriminal tipleri ve özellikle uyuşturucu baronlarıyla ilişkilerini gizlemek bir tarafa, birlikte poz vererek medyaya servis etmekten geri durmuyorlar. Ülkenin en ünlü mafya lideri Alaattin Çakıcı, hapisten MHP lideri Devlet Bahçeli sayesinde kurtulduktan sonra ilk ziyaretini partinin genel merkezine yaptı. İlerleyen günlerde ise başta ana muhalefet liderine (Kemal Kılıçdaroğlu) tehdit dolu bir mektup yazarak Bahçeli’nin en sadık müttefiklerinden olduğunu gösterdi. Onu izleyen birçok mafya grubu da soluğu MHP merkezinde veya MHP’li yetkililerin yanında aldı. Parti, hiç olmadığı kadar kirli örgütlerle iç içe geçmiş durumda, karanlık dehlizlerde yol alıyor ve şiddeti bir korku enstrümanı olarak meşru görüyor.

Dolayısıyla siyaset yapma yöntemlerindeki kanun dışı araçlar ve rutin hale getirdikleri nefret söylemleri göz önüne alındığında, bu partinin radikal veya aşırı milliyetçi olarak tanımlanması gerçeği ortaya koymaktadır. Dini ve milli değerleri sloganik olarak kullanmaktan geri durmayan aşırı milliyetçilerin nefret diline ve şiddet uygulamalarına hedef olmaktan sakınanlar ya sözlerini yutmakta ya da kafalarını başka yöne çevirmekteler. Bu anlayışı eleştirmek büyük bir cüret gerektirdiğinden, sadece lafı dolandırarak, kırk dereden su getirerek bir şeyler söyleme cesareti gösterenlerin sayısı ise koca ülkede parmakla gösterilecek hale gelmiştir. ‘Onların şerrinden korkulur’ ifadesini söyletmeyi ve topluma korku yaymayı ana stratejileri olarak benimsemekten sakınmadıkları gibi bunda bir yanlış da görmüyorlar. Korkunun gölgesinde, zorbalıkla ve nefret diliyle yol almayı tabiatlarının parçası haline getirdiklerinden, milliyetçiliğin böyle bir kültürün parçası olduğuna kendilerini de inandırmış gibiler.

Öte yandan, Ateş’in temsil ettiği milliyetçi anlayış neredeyse yukarıda ifade edilenlerin tam tersiydi. Ateş, radikal milliyetçilerin kafa kıran, göz çıkaran, her sorununu kaba güçle çözmeyi alışkanlık haline getiren yaklaşımına tam itiraz halindeydi. 1984 yılında doğmuş ve yeni nesil milliyetçiliğin öncülerinden olmuştu. Akademik ve entelektüel kimliği (birçok kitap ve bilimsel makale yayımlamıştır. Özgeçmiş linki verilebilir) milliyetçiliği daha yapıcı ve uzlaşıcı bir yaklaşımla ele alması, kaba kuvvetin yerine fikirsel mücadeleyi öncelemesi, fikirlerine güvenmesi onu radikallerden-ayrışan temel özelliğiydi. Sadece entelektüel farklılık değildi sorun. Aynı zamanda Ateş’in siyaset yapma yöntemiydi. Ülkeyi baştanbaşa dolaşıyor, konferanslar veriyor ve mesajlarını sloganik bağrışmalar yerine fikrin yazı ve söylemlerle aktarımı yöntemini tercih ediyordu. Yani zorun gücüne değil, aklın, ilmin ve fikrin ikna edici gücüne inanıyordu. Bir aksiyon ve fikir insanı olarak, yeni nesil ülkücüler arasında popülaritesi her geçen gün hızla artıyordu. Onun aşırı milliyetçilerden farklı bir damarı, yolu, yöntemi ve değeri temsil ettiğine kuşku yoktu. Bu haliyle mutedil ve fikre dayalı müzakereci-yapıcı milliyetçiliği temsil ettiği açıktı.

Ateş’in milliyetçiliğe yüklediği anlam ve bu anlamı aktarma şekli, hiç şüphesiz radikalleri ve özellikle eli sopalı ve silahlı olanları çok rahatsız ediyordu. Milliyetçiliğin mafyalaştırılmasına itirazı ise rakiplerini herkesten çok daha fazla rahatsız ediyordu. Zira o, aynı mahallede farklı bir yürüyüşü temsil ediyor ve etkili de oluyordu. Ona hayranlık duyan ve peşine düşen milliyetçiler kadar, eski alışkanlıklarıyla paraya, güce kavuşanların nefreti arasında zorlu bir mücadelenin temsilcisiydi bu genç adam. Artık alkışlar kadar tehditler de alıyordu. 1997 yılından beri milliyetçiliğin kurumsal liderlik (MHP) koltuğunda oturan ‘Yaşlı Kurdun’ (Bahçeli, 76 yaşında ve hastalıklarla boğuşuyor) etrafını saran aşırıcılar ve toksik milliyetçiler, işi şansa bırakma niyetinde değildi. Koltuk tehlikedeydi ve kimin varis olacağı tartışmaları son yıllarda açıkça dillendirilmeye başlanmıştı. 

Adaylar arasında geleceği parlak, yıldızı yükselen genç lideri bu haliyle, eski sistemi sürdürmek isteyenlerin en açık ve yakın tehlike olarak gördükleri de bir sır olmaktan çıkmıştı. Sonunda en vahim olasılık devreye giriyor. Çünkü Sinan, evine kadar giden aracıların valizler dolusu paralarına (Ayşe Ateş’in ifadesiyle) elinin tersiyle itiyor (son derece mütevazı yaşayan birisi), tehditlere ise pabuç bırakmıyor ve asla vazgeçmiyor. Sonunda Ateş, “cesaretinin ve değerlerinin kurbanı oluyor” eşinin ifadelerine göre. Onun yaşamına kastedenlerin, Ankara’nın en popüler mafyasının (Ayhan Bora Kaplan) çiftliğinde atış talimi yaparak hazırlanmaları ve yine “Ankara’nın karanlık koridorlarını iyi bilenlerin” devlet içerisindeki uzantılarıyla birlikte bu saldırıyı gerçekleştirdikleri artık bir sır değil, somut gerçek olarak ortada. Cüret edilemeyene cüret edenlerin pervasızca güpegündüz işledikleri cinayet, Türk milliyetçiliğinin de yol ayrımını oluşturmaktadır. Bakalım gelecek kimin önünü açacak. Ayşe Ateş’in, Sinan’ın davasını devletin savcısı yerine millete havale ettiğini söylemesi, onun devletin adaletinden ziyade milletin vicdanına güvendiğini ve orada bir umut aradığını gösteriyor. Aşırı milliyetçilerin (Parti Genel Merkezinin Ateş’in cenazesine katılımı yasaklayan uyarı mesajlarına) tüm engelleme çabalarına rağmen, Ateş’in cenaze törenine on binlerce seveninin akın etmesi böylesi bir bekleyişi cesaretlendiriyor, umutları da yeşertiyor gibi. Öte yandan makul milliyetçilerin genç ve gelecek vadeden liderlerini öldüren bu aşırıcıların, mutedilleri boğma girişiminde şimdilik bir pirus zaferi kazandıkları görülüyor. Şu halde Türkiye’nin halihazırda fazlasıyla toksik ve gergin olan siyasal gündemi epeyce bir süre meşgul edecektir. Bu sıcak gündemin temel sorusu ise, Türk milliyetçiliğinin geleceğinin belirlenmesinde, gücünü Ankara’nın karanlık dehlizlerinden alanlar mı (radikaller – çatışmacılar), yoksa milletten alanlar mı (makul ve yapıcılar – moderatlar) etkin olacaktır? Bu sorunun cevabı, bir yandan Ateş cinayetinin tüm detaylarıyla aydınlatılması ile doğrudan bağlantılı olduğu gibi, aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin istikametini ve şeklini-niteliğini de belirleme potansiyelini içerisinde barındırmaktadır.

İlgili Yazılar Özel Metin

Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?
-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00

Fatih Global, politika, diplomasi, toplum ve ekonomi üzerine derinlemesine analizler ve köşe yazıları sunar. Türkiye’nin hem iç politikasını hem de dış ilişkilerini ele alarak, ülkenin stratejik önemini vurgularken, aynı zamanda küresel meseleleri de kapsamlı bir şekilde işler. Ana odak noktamız Türkiye olmakla birlikte, uluslararası ilişkilere geniş bir bakış açısı sunmayı hedefliyoruz.

Bizi Takip Edin!